Son yıllarda Orta Doğu'nun dinamikleri hızla değişiyor. Özellikle İsrail, bölgesel güç olma amacını sürekli olarak dile getirmekte. Ancak, Foreign Policy dergisinde yayımlanan bir makale, bu hedefin pek de ulaşılabilir olmadığını ortaya koyuyor. Peki, bu durumun arka planında yatan sebepler neler? İsrail’in stratejik hamleleri, bölgedeki diğer ülkelerle olan ilişkileri ve bu ilişkilerin doğuracağı sonuçlar üzerine detaylı bir inceleme yapacağız.
İsrail, kuruluşundan bu yana güvenliği ve varlığı için yaşamsal mücadeleler vermiştir. Ancak günümüzde, sadece askeri güçle değil, aynı zamanda diplomatik ilişkilerle de bölgesel etkisini artırmak istemektedir. 2020 yılında Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn ile imzaladığı Abraham Anlaşmaları, İsrail’in Arap dünyasındaki konumu açısından büyük bir adım olarak değerlendirilmektedir. Ancak bu anlaşmalar, bölgedeki diğer ülkelerin tepkisini de beraberinde getirmiştir. Türkiye, İran ve diğer Arap devletleri, İsrail’in artan etkisinin karşısında birleşme kararı aldılar. Bu da İsrail'in bölgesel güç olma hayaline gölge düşürmektedir.
Orta Doğu, tarihsel olarak karmaşık ilişkilerin ve çatışmaların yaşandığı bir bölge. İsrail'in bölgesel güce sahip olabilmesi için sadece diplomatik ilişkiler geliştirmesi yetmez; aynı zamanda komşularıyla denge sağlamak ve iç huzuru sağlaması gerekmektedir. Ancak, bölgedeki lisanssız güç mücadelesi, bu çabaları zorlaştırıyor. İran’ın nükleer programı ve Suriye'deki iç savaş gibi meseleler, İsrail’in stratejik hesaplarını bozuyor.
Özellikle Yunanistan ve Kıbrıs ile yapılan işbirlikleri, bölgedeki doğal gaz kaynaklarına erişimde önemli rol oynuyor. Ancak Türkiye’nin aktif politikaları, bu denklemi daha da karmaşık hale getiriyor. Dolayısıyla, İsrail’in gücü, sadece askeri ve ekonomik gösterimle sınırlı kalmıyor; aynı zamanda uluslararası ilişki ağına ne şekilde entegre olduğu ile de doğrudan ilintili. Bu nedenle, bölgesel güç olan ülkelerin nüfuz oyunları, İsrail’in hedeflerine ulaşmasını engelleyebilir.
Sonuç olarak, İsrail’in bölgesel güç olma hedefi, güçlü bir düşmanı ve karmaşık bir çevreyi aşmayı gerektiriyor. Diplomasinin yanı sıra askeri harcamaların arttığı, güvenlik kaygılarının hâkim olduğu bir dünya, İsrail'in yalnızca askeri gücü ile değil, diplomatik becerileri ile de hareket etmesini zorunlu kılıyor. Ancak tüm bu dinamikler içinde, bölgesel bir güç olarak kabul edilebilmesi için daha sağlam temellere oturması gerektiği açıktır. Kıymetli kaynaklar, köklü tarihi miras ve dinamik politikalar, bölgede hangi gücün öne çıkacağını belirleyecektir.
Bu nedenle, Foreign Policy'de de vurgulandığı gibi, İsrail’in hedefleri oldukça iddialı ancak bu hedeflere ulaşması pek de kolay görünmüyor. Özellikle, bölgedeki güç dengesine bir başka aktörün etki etmesi, İsrail açısından büyük bir tehdit unsuru oluşturmakta. Dolayısıyla, gelecekte nasıl bir yol haritası çizeceği ve bu yol haritasının hangi koşullar altında geçerli olacağını göreceğiz.
İsrail'in bölgesel güç olma amacı, bölge dinamikleri dikkate alındığında, sadece bir rüya ya da siyasi bir söylem olarak kalabilir. Zira tarih boyunca Orta Doğu’nun jeopolitik yapısı, güçlü ülkelerin dahi planlarını boşa çıkaracak kadar karmaşık ve öngörülemez olmuştur.