Dünya genelinde kadınlar, her günhızla artan bir tehdit altında yaşarken, Zeynep’in hikayesi, bu korkunç gerçekliğin en derin yaralarından birini gözler önüne seriyor. Geçtiğimiz günlerde yaşanan olay, genç bir kadının sadece sevgi arayışında kendini nasıl bir kabusun içinde bulabileceğini gösterdi. Zeynep, yaşadığı şiddetin ardından adalet arayışına girdi ve haykırdı: "Öldürüldükten sonra adım duyulsa ne olur?" Şiddet ve cezalandırma kültürünün yüzleşilmesi gereken bir mesele olduğunu hatırlatan bu soru, Zeynep’in haykırışı kadar derin. Peki, Zeynep’in yaşadıkları bizlere ne anlatıyor? Hangi toplumsal yapısal sorunlar bu tür olayları tetikliyor? Bu yazıda, Zeynep’in hikayesini daha yakından inceleyecek ve bu durumdan nasıl dersler çıkarmamız gerektiğine değineceğiz.
Zeynep’in yaşadığı olay, sadece bireysel bir trajedi değil, aynı zamanda toplumsal bir sorunun yansıması. Ülkemizde kadın cinayetleri ve şiddet olayları son yıllarda artış gösterirken, bu durumun nedenleri üzerine düşünmek elzem hale geldi. Zeynep, partnerinden sürekli tehdit almış, fiziksel ve ruhsal şiddete maruz kalmış bir genç kadın. Yaşadığı bu zorluklar, sosyal medyada paylaştığı videolarla gündeme geldi. "Hiç kimse kendine bu kadar zarar verecek bir ilişkiyi yaşamak zorunda değil," diyor Zeynep. Bunun yanı sıra, çoğu zaman toplumun göz ardı ettiği, kadınların şiddet gördüklerinde nasıl bir yalnızlık hissettiğinin de altını çiziyor.
Çoğu kadın, şiddet gördüğünde korku ve utanç nedeniyle sesini çıkaramıyor. Zeynep’in durumu, bu konuda hiç de yalnız olmadığını gösteriyor. Yapılan araştırmalara göre, Türkiye’de her üç kadından biri, hayatlarının bir döneminde fiziksel şiddete maruz kalıyor. Zeynep’in hikayesi, bu sayının ne kadar korkutucu olduğunu gözler önüne seriyor. Daha da kötüsü, bu tür durumlarda kadınların güvenliklerinin hiçe sayıldığı bir ortamda, çoğu zaman adaletin yerini bulamadığı bir gerçeği yaşıyoruz. Zeynep, yaşadığı deneyimlerin ardından, "Güçlü kadınların sesini çıkarması gerekiyor. Her bir kadının hikayesi, başka bir kadının hayatını kurtarabilir," demekte ve bir dayanışma çağrısında bulunuyor.
Zeynep’in hikayesi bizlere, şiddetle mücadele etmenin sadece kişisel bir mesele olmadığını, aynı zamanda toplumsal bir değişim gerektirdiğini hatırlatıyor. Kadınların yaşadığı şiddet olaylarının önüne geçebilmek için eğitim, farkındalık ve toplumsal cinsiyet eşitliği üzerine çalışmalar yapılması önem taşıyor. Zeynep’in sosyal medyada yaptığı paylaşımlar, bu konudaki farkındalığın artmasına büyük katkı sağladı. Bir kampanya başlatarak kadınların sahip oldukları hakları ve bu hakları koruma yollarını öğrenmelerini sağlamak adına bir platform oluşturdu. "Bir kadın bir kez daha şiddete maruz kalmasın diye, bizim sesimizi çıkarmamız gerekiyor," diyor Zeynep.
Toplumun genelinde şiddeti normalleştiren bir düşüncenin hâkim olduğu bir yapı, Zeynep gibi birçok kadın için zorlu ve tehlikeli bir yaşam alanı yaratıyor. Çözüm öncelikle bireylerin düşünce yapısını, ardından toplumsal normları değiştirmekle başlıyor. Zeynep'in çabaları, başkalarına ilham verirken, genç kadınların kendilerini güvende hissedebileceği bir çevre oluşturmaktadır. Korkmadan, yılmadan dayanışma içinde olmamız gerektiğini söylüyor. Sosyal hareketlerin ve bireysel hikayelerin, toplumsal dönüşümün önünü açabileceğinin altını çiziyor.
Sonuç olarak, Zeynep’in isyanı, yalnızca kendi hikayesini paylaşmaktan öte, tüm kadınların yaşadığı ortak bir mücadeleyi temsil ediyor. "Öldürüldükten sonra adım duyulsa ne olur?" sorusu, her birimizi derin düşüncelere sevk ediyor. Kadına yönelik şiddetin son bulması, yalnızca bir bireyin mücadelesi değil, tüm toplumun sorumluluğudur. Zeynep gibi kadınların sesi duyulduğunda, bu korkunç döngünün kırılması adına bir adım daha atılmış olacaktır. Unutulmamalıdır ki, her kadın güçlü ve her ses önemli! Adalet tüm kadınlar içindir.